4 Ocak 2010 Pazartesi

Yahşi Batı


Karşılaştırmayın ve beklenti içine girmeyin. Sadece koltuğunuza yaslanıp tadını çıkarın...

“G.O.R.A.” ve “A.R.O.G.”dan sonra, Arif karakterinden vazgeçip yeni bir maceraya atılıyor “Yahşi Batı”da Cem Yılmaz. Bu maceraya ortak olmak ve onun kaleminden ve esprilerinden maksimum düzeyde zevk almak için yapmanız gereken birkaç şey var. Öncelikle kesinlikle her Cem Yılmaz işinde yapıldığı gibi, diğer yapımlarla karşılaştırmamanız gerek “Yahşi Batı”yı.  Yılmaz, her zamanki gibi görevini yapmış, zekice esprilerle ve ince elenip sık dokunmuş bir senaryoyla karşımıza çıkmış yeniden, bu bile yeter. İnsanların Cem Yılmaz’dan neden sürekli bir şeyler beklediğini ve bu beklentinin boşa çıktığını asla anlayamadım. Kıstaslar nedir mesela? Güldürüyor mu diye sorarsanız, fazlasıyla derim. Film güzel mi derseniz, oldukça başarılı derim. Cem Yılmaz’a doyuyor muyuz derseniz, hem de nasıl derim. Benim için filmden çıktıktan sonra bunları söyleyebilmek yeterli oluyor da, “Recep İvedik” ve “Kutsal Damacana” gibi filmlere diyaframları patlarcasına gülen insan bozuntuları Cem Yılmaz’dan nasıl bir mucize bekliyorlar, hala anlamadım ve sanırım anlamayacağım da.
Filmin konusuna gelince, Osmanlı tarafından görevlendirilmiş 2 gizli ajan, Aziz ve Lemi’nin, çok değerli bir elması Amerika başkanı Garfield’e götürmelerinin hikayesini anlatıyor film. Tahmin edeceğiniz gibi başları türlü belaya bulaşıyor ikilinin ve yol üzerinde oldukça neşeli karakterlerle birlikte oluyorlar. Elması önce kızıl derililere, sonra da Cannonball adlı bir kasabanın şerifine kaptırınca olaylar iyice çığrından çıkıyor. Elması güvenli bir şekilde başkana götürmek zorunda olan Aziz ve Lemi, Osmanlı’dan da yardım kesilince oyunu kendi kurallarına göre oynamak zorunda kalıyorlar.
Oyuncular işlerini çok iyi yapmışlar. Özellikle Zafer Algöz’ün oyunu göz kamaştırıyor. Ozan Güven, Demet Evgar ve Cem Yılmaz’ın da haklarını vermek gerek. Tek göze batan ve vasat bir oyunculuk sergilemiş olan Özkan Uğur var. Ondan kesinlikle bu kadar sığ ve ruhsuz bir rol yapmasını beklemiyordum, hayal kırıklığına uğradım diyebilirim biraz.
Filmin bir diğer başarılı noktası ise sinemaya yeni bir ikili kazandırmış oluşu. Farklı karakterlerde iki ajan olan Aziz ve Lemi’nin birlikte oldukları sahneler (ki filmin neredeyse tamamından bahsediyorum burada) gerçekten harikulade. Filmin sonunda bu karakterlerin bir başka macerasına ortak olabileceğimizi de anlıyoruz ve bu beni açıkçası heyecanlandırıyor. Aziz ve Lemi karakterlerinin yaratılışında biraz Batman ve Robin, biraz da Sherlock Holmes ve Dr. Watson havası sezilmiyor da değil. Ama bu dostlukları kendilerine örnek alıp, bambaşka bir kimya geliştirmeyi de iyi biliyorlar.
Film hakkında en çok aldığım duyum çok fazla küfür oluşuydu. Hatırlarsanız “A.R.O.G.” da hiç küfür yoktu neredeyse. Bu filmde küfür kullanmasının sebebini çok güzel bir sinema oyunuyla açıklamış Cem Yılmaz, tabii ki anlayana…
Hani “her şeyi Türkler buldu” geyiği vardır ya, işte bu filmde o geyiği bir hayli “ti”ye almış Cem Yılmaz. Kola’nın bulunuşundan tutun da, Jack Daniels’ı bile Türklere bağladığı bu sahnelerde eğlence doruk noktasına çıkıyor. Ama baştan uyarmalıyım ki filmdeki çoğu espri belli bir kesime hitap edilerek yapılmış. Yılmaz, bir kere daha “küfürle güldürme” diye bir şey olmadığını kanıtlamış ve zekasıyla bizi güldürmeyi amaçlamış.
Cem Yılmaz komedisinin özel bir komedi olduğunu düşünürdüm her zaman, bu işi de beni yanıltmadı. Hakikaten istediği gibi ve belli bir kültür düzeyinde olan insanlara yapıyor komedisini Cem Yılmaz. Sıradan bir izleyicinin bu filmden zevk alabilmesi oldukça güç. Belki de bir bakıma “gidin o sözde komedyenlere gülün, beni benimle bırakın” diyor Yılmaz. Açıkçası iyi de yapıyor. Ben filme kötü diyenlere “sıradan izleyici” gözüyle bakmaya başladım bile, emin olun iyi bir izleyiciyseniz sizde öyle yapmaya başlayacaksınız.
Bu filmde, “A.R.O.G.” da yönetmen koltuğuna oturduktan sonra, yeniden “G.O.R.A.”nın yönetmini Ömer Faruk Sorak’a bırakmış kamerayı Cem Yılmaz. İyi mi yapmış, tartışılır. Açıkçası Cem Yılmaz’ın yönetmenliğini daha çok beğenmiştim Sorak’ınkine göre. Belki daha korkusuz, daha kalıp dışı bir yönetmen Yılmaz. Ama Sorak’ın hakkını vermek lazım yine de. Kaliteli bir iş çıkardığı şüphesiz. Özellikle poker sahnesini, yönetmenin doruk noktalarından biri olmuş.
Kesinlikle basit bir komedi değil “Yahşi Batı”. Belki Yılmaz’ın en iyi işi değil ama kötü olmadığı da aşikar. Dediğim gibi, karşılaştırmayın. 2 saatlik, daha önce sinemamızda bu kalitede izlemediğiniz bir macera bekliyor sizleri. Yargılamadan, karşılaştırmadan ve büyük beklentiler içine girmeden oturun sinema koltuğunuza. Filmden fazlasıyla zevk alacağınıza ve çıkışta bu ikilinin maceralarına doymamış olacağınıza o kadar eminim ki…
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder