11 Ocak 2010 Pazartesi

Avatar


Paranın gözü kör olsun...
  
Vizyona girdiği günden beri yaklaşık 1 aydır kapalı gişe oynayan, ilk adı duyulduğunda The Last Airbender izleyicilerini ayağa kaldırıp, sonradan Shyamalan'ın bu işe soyunduğunu hatırlatan, sinemada görselliğin tavan yaptığını kanıtlayan bir film Avatar. Tabii ki bu kadar ilgi görmesinden sonra, hem de James Cameron'ın da etkisiyle, "neymiş bakalım şu Avatar" demekten kendimi alamayıp, salonda yerimi almam benim için kaçınılmazdı. 
Yıl 2100. Amerika, Pandora gezegeninde bulunan Na'vi halkının yaşadığı bölgedeki bir madene kafayı takmış durumda. Avatar ismini verdikleri, Na'vi kostümleriyle, aralarına muhbir yollamaya çalışıyorlar. Bu projede çalışan kardeşinin ölümünden sonra, yeni bir Avatar yaratmak çok pahalı olacağı için, onunla aynı genleri taşıyan asker Jake'in projeye dahil olmasıyla biz de filme dahil oluyoruz. Jake, aslında muhbir olarak gönderildiği halktan biri olarak doğmuş bir insan. Bir nevi "seçilmiş kişi" geyiği var yani filmde. Tabii bu "seçilmiş kişi" olmasının yanı sıra, bir Na'vi kızına abayı yakınca, işler iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyor. Sonrası ise 160 küsür dakikalık bitmek bilmeyen bir macera. 
Şimdi öncelikle şunu söyleyeyim ki, film gerçekten görsel olarak bir şaheser. James Cameron, her zaman yaptığını yapıp bizi filmin içine çekmeyi başarıyor. "Titanic" hariç pek hayal kırıklığına uğratmamasına güvenerek, Cameron'ın yüzeysel yönetmenliğine çok lafım yok. Ancak iş Cameron'ın senaristliğine geldiğinde, olayın boyutu üzücü bir şekilde değişiyor. Karakter gelişimlerinin ve olay örgüsünün tamamen unutulduğu bir senaryoyla karşı karşıyayız. Jake hariç hiç bir karaktere önem verilmemiş neredeyse filmde. Sert bilim kadını imajı çizen Grace'in, filmin sonlarına doğru çizdiği naif tavır, acımasız Parker'ın filmin sonlarına doğru yumuşaması gibi olayların hiç bir gerekçesi yok filmde. Ayrıca film o kadar hızlı giriyor ki, daha ne olduğunu anlamadan kendinizi Pandora'da buluyorsunuz. Açıkçası 160 küsür dakikalık bir filmden, daha detaylı karakterler ve daha oturmuş bir senaryo beklerdim. 
Film, sırtını dayadığı Şaman öğretileri ve çevreci tavrı ile artı bir puan kazanabilir belki. Amerikan kapitalizmine açık açık dokunduran Cameron'ın bindiği dalı kesiyor olması ise büyük bir ironi. Milyon dolarlar harcadığın bir film çek, 3d gözlüğünden bile cebine para girsin, en son teknolojilere bir servet yatırmaktan başka bir şey yapma, ama sonra kalkıp kapitalizme laf et... Yemezler. 
Filmin senaryosu klişelerle dolu aslında. Her bir sahneyi, daha önce bir filmde mutlaka izledik. Özellikle Dark City, Battle for Terra'dan görsel olarak, Dances With The Wolwes'dan da olay örgüsü olarak etkilendiği (hatta bazen çalıp çırptığı) bariz Cameron'ın. 
Oyunculuklara gelirsek, her oyuncu senaryonun onlara izin verdiği kadar iyi bir iş çıkarmış. Sam Worthington, bundan önce yine bir Cameron kreasyonu olan, ancak yönetmen koltuğuna McG'in geçtiği "Terminator : Salvation"daki gibi oyunculuğunu konuşturmuş. Sigourney Weaver, "Alien"dan beri Cameron'ın emrine amade olduğundan, senaryoya bağlı kalmaktan başka bir şey yapamamış. Ama Giovanni Ribisi'nin oyunculuğu gerçekten tavan yapıyor filmde. Sinir bozucu Parker karakteri, belli bir noktada senaryonun kötülüğüyle yıkılmasaymış, çok daha iyi olurmuş dedirtiyor. Jake'in Na'vi yavuklusu Neytiri'yi canlandıran Zoe Saldana ise gerçekten berbat bir iş çıkarıyor. Na'vi kılığının arkasında, kötü oyunculuğunun gizlenebileceğini düşünmüş ama yanılmış bence. Birde artık Michelle Rodriguez'i "sert kadın asker" rollerinde görmekten o kadar sıkıldım ki anlatamam. 
"Avatar" insanların ve medyanın şişirdiği kadar iyi bir film değil. Kesinlikle bir hayal kırıklığı da değil, ama Cameron'ın sinemasal olarak kendini yetiştirmediğinin bir göstergesi. "Avatar" ın sinemaya yeni bir boyut getirdiği, sinemayı kökten değiştirdiği falan söylenemeyecek şeyler. Film klişelerle dolu bir aşk hikayesinden, saatler süren görkemli savaş sahnelerinden ve ateşli anti-kapitalist diyaloglardan başka bir şey değil aslında. Belki de bunun sebebi, Cameron'ın 11 Eylül ve Irak olaylarından sonra çektiği ilk filmde, dolmuş olduğu konularda bir bir ülkesine cevap yapıştırmak istemesi. Filmin sonlarına doğru öldürdüğü amerikan askerlerinin haddi hesabı yok zira. Ama şöyle bir sorun var ki, Cameron' vermek istediği mesajları filmin içine yediremiyor. Film bazen politik oluyor, bazen aşk filmi oluyor yani sonuçta belli bir istikrarda ilerlemiyor asla. Orjinal bir kaç fikir çıkıyor arada, ama onlarda havada kalıyorlar, yazık oluyor. O kadar laf salatasından sonra filmin verdiği tek mesaj şu oluyor : Amerika, temsil ettiği kapitalist düzen yolunda, petrol veya benzeri kaynakların uğruna, herhangi bir uygarlığı ve doğayı yok etmekten çekinmez. Kimsenin yaşam biçimine ve inancına saygısı yoktur onların. İşini bilen bir askerin gaza getirici konuşması da, Amerikan halkının gözünü karartmak için yeterlidir. 
Tam Oscar'lık bir film aslında "Avatar", ki büyük ihtimalle alacakta zaten. Akademi sever böyle şeyleri. Aşk olsun, anti-kapitalizm olsun... Öldürdükleri değerleri yıllardır ödüllendirmiyorlar mı zaten?    
Kısaca, görsel bir sanatla uğraşan veya ilgilenen herkesin izlemesi gereken bir film "Avatar". Sinemada artık neler yapılabildiğini, teknolojinin nelere kadir olduğnu bize gösteriyor. Ancak sinema sadece görsellikten ibaret değil, bunu da unutmamak gerek...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder