11 Ağustos 2010 Çarşamba

Inception

Nolan Harikalar Diyarında...



Geçen yıl izlediğimiz District 9’u saymazsak, bilim kurgu- aksiyon sinemasının son 10 yılına damgasını vuracak kadar heyecan verici ve zihin açıcı bir film izledim: "Inception".



Aslında "Inception"da ilk kez uygulanmış olan bir fikir yok! 60’lerin “ekip filmleri” şablonunu alıp, içine rüya katmanları arasında gezinerek fikir çalmak gibi bilim kurgusal bir hırsızlık fikrini katarsanız, ortaya bu hikâye çıkıyor. Ama işin arkasında uzun zaman önce dosta düşmana rüştünü ispatlamış, sakallı biraderleri (Spielberg, Lucas) Anılar 9 albümüne postalamış, son büyük hikâye anlatıcılardan Christopher Nolan gibi bir yönetmen varsa, ortaya Türkiyelilerin sinemaya gitmekten imtina ettiği Temmuz sıcağında bile mutlaka görülmesi gereken bir film çıkıyor.



Başlangıç, hepsi işinde uzman bir fikir çalıcılar takımının, aralarına katılan yeni yetme ama umut vadeden bir rüya inşacısı ile birlikte bu defa fikir çalmak yerine fikir enjekte ederek, tekelleşme yolunda dev adımlarla ilerleyen bir şirketi çökertmeye çalışmalarını anlatıyor, ama ne anlatmak… Yüksek bir noktadan başlayan aksiyon ve gerilimin giderek daha da çoğaldığı, tırnaklarınızı yiyerek seyredeceğiniz 148 dakikalık müthiş bir görsel labirent bu…



Christopher Nolan, senaryosunu, yere göğe sığdırılamayan ama benim ilkokul piyesi bile yazdırmaktan çekineceğim popüler Hollywood senaristlerinin aksine, seyircinin geri zekâlı olmadığını varsayarak yazmış ve iyi yapmış. Amerikan TV’leri bir sürü zeki dizi ile dolup taşarken, iyice aptallaşan ve lunapark eğlencesine dönüşen Kuzey Amerika sinemasının bu tür dokunuşlara şiddetle ihtiyacı var. Giderek yükselen aksiyonun kahramanlarımız rüya katmanlarında bir alt seviyeye indikçe olay örgüsünü anlamayı bir miktar güçleştirdiğini kabul ediyorum ama Nolan’ın üst seviye yönetmenliği finale giderken her şeyi basitleştiriyor ve duru ve tüm hikâyeyi benimsemiş bir şekilde filmden çıkmanızı sağlıyor. “Rüya katmanları arasında ki zaman farklılaşmaları” ve “farkındalık yaratan totemler” gibi fikirler filmi çok daha lezzetli kılmış.



İlerleyen yaşı sebebiyle olsa gerek, bebek yüzlü karakter oyuncusu olmanın lanetinden sıyrılan Di Caprio ise "Shutter Island"ın sanrılarından idmanlı bir şekilde rahat ve inandırıcı oynuyor. Ona eşlik eden oyuncular arasında önce çıkanlar ise Juno’dan tanıdığımız Ellen Page ve çok beğendiğim Japon aktör Ken Vatanabe oldu. Batman Begins’in “Scarecrow”u Cillian Murphy ise bir Nolan filminde daha gayet başarılı bir şekilde işadamı Robert Fischer karakterine hayat veriyor. 



Bir bilim kurgu filminin en çok ihtiyacı olan şey belki de görsel efektler… Burada da Double Negative ve Plowman Craven & Associates devreye giriyor ve ILM ya da Zeta’nın işlerini aratmayan fakat filmi CGI’a da kurban etmeyen temiz ve inandırıcı bir işe imza atıyorlar. Leonardo Di Caprio’nun oynadığı başkarakter Cobb ve eşi Mal’ın yarattığı rüya dünyası sekansları özellikle görülmeye değer. 



Hans Zimmer, bu dünyadan olmadığına inandığım bir müzik dâhisi ve çok inandığım, “iyi filmlerin, iyi müzikleri vardır…” kuralına uygun düşecek şekilde, en beğendiğim işi olan "Gladiator"ü bile aşan bir film müziği çalışmasına imza atmış burada. 


Uzun zamandır böyle şeyler yazmıyorum ama diyeceğim o ki, ne yapın, edin "Inception"ı görün! Aksi takdirde yıllar sonra bile hatırlanacak ve seyredilecek olan bir modern kültü sinemada izleme şansını kaçırmış olursunuz. İçerdiği sinematografi ile asla küçük ekrana sığmayacak kadar görsel ve zihinsel bu deneyimi kaçırırsanız yazık olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder