3 Kasım 2009 Salı

(500) Days of Summer


İzlediğiniz tüm romantik-komedi filmlerini unutun


Öncelikle söylemem gereken bir şey var; bu filmi kesinlikle hafife almayın! Ne bildiğiniz romantik-komedilere benzer ne de sizi ağlatmaktan başka bir işe yaramayan bir romantizm içerir içinde. İddia ediyorum ki bu film, şu ana kadar izlediğiniz hiçbir şeye benzemiyor.
Filmin oldukça basit olan konusundan bahsetmek istiyorum önce. Aslında tam da posterin üstünde yazdığı gibi; “Oğlan kızla tanışır. Ona aşık olur. Ama kız olmaz.”. Konumuz gerçekten de bundan ibaret. Aşk denen şeye fazlasıyla inanan ve bir gün hayalindeki kadını bulacağına dair büyük beklentileri olan esas oğlan Tom, işyerindeki sevimli Summer’ı gördüğü andan itibaren, onun hayallerindeki kadın olduğundan emindir. Zar zor başlayan ilişkileri hakkında o kadar çok umudu vardır ki Tom’un, Summer’ın düşüncelerini anlamaya vakit bile ayırmasına gerek yoktur. O hayalindeki kadını bulmuştur.
(500) Days of Summer’ın başarısının arkasında neler olduğunu anlamak güç değil. Öncelikle çok basit bir konuyu muhteşem bir şekilde anlatan senaryo ve yepyeni fikirlerle dolu bir yönetmenlik çalışmasının birleşimi olan bir film. Yan karakterlerin bile özenle yazıldığı ve tek bir diyalogun, tek bir karakterin bile göze batmadığı filmimiz her şeyi tam tadında veriyor bize. Ne bir eksiği var, ne de bir fazlası.
Yönetmen Marc Webb’in müzik alanında geniş çalışmaları, müzik videoları ve konser çekimleri olsa da, onun ilk uzun metraj filmi (500) Days of Summer ve ilk film olarak popüler sinema anlayışının fersah fersah ilerisinde. Müzik camiasından geldiğini film boyunca anlamamak elde olmuyor zaten. Müzik videosu tadında çekilmiş sahnelerle, Webb eski denemelerine göz kırpıyor. Hem de ne göz kırpmak…
Filmde kullanılan müzikler de göz kamaştırıcı. The Smiths, Wolfmother, Regina Spektor, Simon & Garfunkel ve daha bir çok sanatçı filmde şarkılarıyla bizimle birlikte oluyorlar. Şarkılar o kadar özenle seçilmiş ve o kadar güzel uyuyorlar ki sahnelere, bazen kendinizi uzun bir müzik videosu izlermiş gibi hissediyorsunuz.
Ve gelelim oyunculuklara… Başrollerimiz Joseph-Gordon Levitt ve Zooey Deschanel hepimizin alışık olduğu simalar aslında. Birini “3rd Rock from the Sun” dizisindeki Tommy rolünden diğerini ise “Yes Man”de Jim Carrey’nin sevgilisi rolünden hatırlayabiliriz. Haklarını vermek gerek, oldukça başarılı bir ilişki çıkarıyorlar. İkisinin arasındaki kimya, beyazperdede uzun süredir görmediğim bir büyü. Onlarla beraber mutlu oluyor, onların acısını paylaşıyor ve hatta bazen onların dostuymuş gibi taraf tutarken buluyorsunuz kendinizi. Bunun en önemli sebebi de tabii ki cana yakın oyunculukları.
Yan karakterlere gelirsek, en dikkat çeken karakterimiz “Criminal Minds”ın Reed’i Matthew Gray Gubler’in canlandırdığı Paul karakteri. İkinci yarıda kendisini pek göstermediğinden onu arıyorsunuz. Filmin komedi bakımından doruk noktalarını kendisi yaratıyor zira. Bir romantik-komedide, yan karakterin kendini bu kadar aratması da çok sık rastlayacağınız bir şey değil, emin olun.
(500) Days of Summer, başlangıcında uyarısını yapıyor. “Bu bir aşk hikayesi değil” diyor, “Bu aşkın hikayesi.”. O kadar doğru bir laf ki bu. Film, hepimizin yaşadıklarını bir potada eritip herkesin kendisinden mutlaka bir şeyler bulacağı bir senaryo ile karşımıza çıkıyor. Aşkı anlatıyor bize. Kimisi için bir arayış olan, kimisi içinse inanmaya bile değmeyen o duygunun hikayesi bu.
(500) Days of Summer hakkında yapabileceğim tek kötü eleştiri, filmin kısa sürmesi olabilir. Aslında bir romantik-komedi için gayet makul bir süreye (95 dakika) sahip olsa da, filmin tadı damağınızda kalıyor ve daha fazlasını istiyorsunuz.
2009’un kaçırılmaması gereken yapımlarından olduğunu düşünüyorum bu filmin. Sinemada yeni bir soluk arıyor veya deneysel sayılabilecek bir romantik-komedi filmi izlemek istiyorsanız mutlaka sinema salonunda yerinizi almalısınız. Hatta vazgeçtim, hiçbir şey aramanıza veya istemenize gerek yok. Bazı filmler vardır ya, izlenmesi gerekir, bu da öyle bir film işte.
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder