21 Haziran 2010 Pazartesi

Antichrist

Sinemanın gücünü hissetmek...


Uzun süredir boşladığım bloguma geri dönüş yaptırtacak bir film oldu "Antichrist", çünkü öyle bir film ki, hakkında gerçekten bir kaç şey söylemek gerek. Lars von Trier sinemasının en sadık takipçilerinden biri olarak, aylar önce elime geçmesine rağmen, vizyona girmesini bekledim filmi izlemek için. Hoş, vizyona girme ihtimali bile vermiyordum ama sevgili distribütörlerimiz "Deccal" diye alakasız bir şekilde filmi çevirip, sinemayı bir eğlence olarak gören insanlara "bakın, yeni korku filmi geldi" reklamı yapmak istemişler belli ki. 

Filmden bahsetmeden önce, biraz Lars von Trier'den bahsetmekte yarar var. Kendisi benim için çok önemli bir yönetmen, Kubrick'ten sonra sinema yapmak istememin ikinci sebebi. Onu bazılarımız bir Stephen King eseriymiş gibi lanse edilen "Kingdom Hospital" ın orjinali olan, 6 bölümlük efsane dizi "Kingdom" ya da orijinal adıyla "Riget"ten tanıyor. Zamanında Digiturk kanallarında döne dolaşa verilen bu dizi, Lars von Trier'in stilize sanatının gerçekten çok küçük bir örneğiydi ve tekrardan gerilim unsurlarına uzun süre geri dönüş yapmamıştı. Bazılarımız ise onu "Dogville"den tanıyor, Nicole Kidman'lı sinema-tiyatro karışımı deneysel bir sinema örneği olan "Dogville", Lars von Trier'in karmaşık zihnini, geniş kitlelere açtığı film oldu belki de. Björk'ün başrolünü oynadığı "Dancer in the Dark"ı ve eski filmlerinden "Europa"yı da unutmamak gerek... Lars von Trier, hala hayatta olan ve film çekmekten vazgeçmeyen efsane yönetmenlerden biri. "Antichrist" ise onun geç gelen başyapıtı.

"Antichrist" öncelikle yönetmenin artık dogma felsefesinden tamamen koptuğunun bir ilanı... Anlatımının bu kadar stilize olması başka türlü açıklanamaz herhalde... Oyuncu seçiminden başlayarak üretilmiş olan anlam çok dağınık ama bir yandan da çok güçlü... The Last Temptation of the Christ'ın "İsa"sı William Dafoe, burada da kurban edilmek istenen ama buna direnen erkek İsa kompoziyonu ile karşımızda...

Altmetinlerden arınmış konusunda, çocuklarını bir kazada kaybettikten sonra karısının yaşadığı travmayı atlatması için ona yardımcı olmaya çalışan bir adamın, karısıyla birlikte doğanın içinde kaybolmuş bir eve gelişi ve devamında gelişen olayları anlatan film bir yandan da bambaşka bir anlam üretmekte...

Keder, acı, umutsuzluk ve üç dilenci kısımlarıyla dört bölümden oluşan filmde kadının yaşanılan trajediden önce eski çağlarda erkekler tarafından yapılan dişi kıyımlarını araştırması ve tarih boyunca kadına ait cinsel hazzın erkekler tarafından lanetlenip cezalandırılması olay örgüsünün kilidi durumunda... Kadın bu defa cinsel bir birliktelikte erkeği ve ondan sahip olduğu (yine bir erkek) varlığı cezalandırmakta, daha sonra tüm cinsel gerilimini bu anın imgeleriyle boşaltarak zevk almanın kötücül yanını keşfetmekte ve en sonunda, ancak Pasolini filmlerinde rastlanabilecek kadar rahatsız edici bir sahnede, kendi cinselliğini yokederek erkeğin kadını cezalandırma gücünü de kendine geçirmekte... Bunu yaparken doğanın ona hep yardım ediyor oluşu da Adem ve Havva'nın Cennet'ten kovuluş efsanesindeki gibi kötülüğün dişi olandan (Havva) ve doğadan (elma, yılan) geldiğini betimliyor. Filmin tamamına sinmiş gibi görünen kadın düşmanı bakış açısının da aldatıcı olduğunu, erkeğin kadının tedavisini ehil kişilere bırakmayıp kendisinin üstlenmesinden, yüzyıllar boyunca genetiğimize kodlanmış kadını şeytanlaştırma eğiliminin yine erkeğin kadına ve doğasına yaptığı engeller yüzünden oluştuğunu anlatmak istediğini düşünüyorum. 

"Antichrist" izleyici dostu bir film değil. Pek çok kişinin midesinin kaldırmayacağı sahneler, fazlasıyla cürretkar bir cinsellik içeriyor film. Hollywood mucizesi bir korku filmi izlemek için salona girdiklerini düşünen insanlar (başta bahsettiğim o kötü çeviri olayından dolayı) filmin ne kadar kötü olduğundan dert yanarak salondan çıktılar. Lars von Trier'in sineması, herkesin anlayabileceği veya kaldırabileceği bir sinema değil. Ama zaten sinema dediğimiz şey aslında bu. Çılgın romantik/komediler, her yerinde farklı ekipmanlar olan yaratıklar ve epik destanlar seviyorsanız, sinemayı bir sanat olarak görmeyecek kadar sığ bir insansanız lütfen bu filmi izlemeyin. Gerçekten sinemanın gücünü hissetmek, suratınıza her planda ayrı bir tokat yemek ve hayatınızda yaşadığınız hiçbir tecrübenin sizi sarsmadığı kadar sarsılmak istiyorsanız, bu film tam size göre...